Attığımız herhangi bir adım, aldığımız nefes ve verdiğimiz bir karar, o an farkında olmasak da hayatımızdaki bazı taşları yerinden oynatabiliyor. Şimdilerde dünya futbolunun zirvesine oynayan Manchester United’lı Bruno Fernandes’in küçük yaşta yaptığı tercihin nelere yol açtığına ve ilginç yolculuğuna mercek tuttuk…
Derleyen: Alican Özcan | Bruno Fernandes… Tam 1 yıl önce, Ocak 2020’de 55 milyon Euro’ya Manchester United’a transfer olduğunda genel algı şu yöndeydi: Takımı bu adam mı kurtaracak? Sir Alex Ferguson’un ayrılığından sonra bir türlü toparlanamayan ‘Kırmızı Şeytanlar’; tarihin en kötü başlangıçlarından birine imza attıktan sonra geçen sezon devre arasında astronomik bir fiyata Fernandes’i kadrosuna kattı ve her şey tam da bu noktada değişti…
Aslında kurtarıcı rolünde gelmemişti, ancak aradan geçen 12 ayda üstlendiği sorumluluklar Bruno’yu kaptanlık mertebesine kadar yükseltirken, 2020 yılına damga vuran Avrupa’nın en iyi oyuncularından biri haline getirdi. 2013’ten beri 17. hafta itibariyle, ilk kez Premier Lig’de zirveye yükselen Manchester United’ın lideri konumundaki Bruno, futbolcu fabrikası Portekiz’in yeşerttiği ve görmeye alışık olduğumuz yeteneklerden. Ancak hikayesi alışılmışın biraz dışında…
Portekiz’de parlamaya hazır yetenekli bir gençseniz; A takımla bir veya iki iyi sezon geçirmeniz halinde İspanya ya da Avrupa’nın bazı önemli kulüplerine transfer olmanız kaçınılmazdır. Geldiğimiz noktada Fernandes bu hedefe ulaşmış olsa da; arada geçen zamanda tırnaklarıyla kazıdığı daha dolambaçlı bir yol izledi.
İtalya’nın ikinci liginde ve Serie A’nın fazla dikkat çekmeyen köşelerinde bulduğu şanslardan sonra, 20’li yaşların ortasında vatanına döndü. Ve 2,5 yıl sonra da dünya futbolunun en iyileri arasına adını yazdırdı. 8 yıl önce 40 bin Euro’ya transfer edilen Bruno, şimdi 26 yaşındayken 90 milyon Euro’luk bir değere sahip…
Fernandes’in hikayesi, geciken adalet, karşılığını veren sıkı çalışma, azim ve adanmışlığın vücut bulmuş hali olarak görülebilir. Ya da başarı ile başarısızlık arasındaki sınırların ne olduğunu ve kader denilen şeyin bazen bir ‘otobüse’ bağlı olabileceğini hatırlatan bir hikaye olarak da yorumlanabilir.
Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. – Şems-i Tebrizi
Bir otobüsle değişen tercih ve kader!
Milan’ın batısındaki küçük bir kasabada bulunan ve o sezon Serie A’nın dibinde mücadele eden Novara’nın scout şefi Cristiano Giaretta, ilgisini çekebilecek oyunculardan gelen aramalara alışıktı. Miguel Pinho adlı Portekizli bir menajer, 2012 yılında Boavista’daki bir genç orta saha oyuncusunu önermek için Giaretta ile temasa geçtiğinde, bunu önemsemeyebilirdi. Görevi gereği Avrupa’nın büyük bir kısmında yüzlerce oyuncuyu takip ediyordu. Menajer Pinho’yu ve Bruno Fernandes’i ise hiç duymamıştı.
Boavista, Portekiz’in ikinci şehri Porto’nun ikinci takımı olsa da, o zamanlar yaşadığı mali sorunlar nedeniyle üçüncü ligde mücadele ediyordu. Porto, Benfica ve Sporting üçlüsü dışında şampiyonluk kazanabilen tek Portekizli kulübü Boavista’nın altyapı sistemi iyi bir geçmişe sahipti, ancak mevzubahis yıldız yetiştirmek olunca herkesin bildiği üç takım vardı; Benfica, Sporting ve Porto.
Porto’dan çok da uzak olmayan Maia’da doğan Bruno, bir gençlik turnuvasında oynarken hem Porto, hem de Boavista tarafından izlemeye alındı. Her iki kulüp de akademilerinde forma giymesi için genç isme teklifte bulundu. Ancak Bruno Boavista’yı tercih etti. Çünkü Boavista onu antrenmanlara getirebilmek için evine otobüs göndermeye gönüllü oldu.
The Athletic’e konuşan eski koçu Martelinho olaya farklı bir pencereden bakarken şu sözleri sarfediyor: “Boavista’da A takıma daha kolay girebileceğine inandığını düşünüyorum. Ben de oyuncuyken benzer nedenle aynı seçimi yaptım. Daha küçük bir kulüp olduğu için şans bulması daha kolay.”
Porto’ya imza atmış olsaydı…
Sebep ne olursa olsun, bu tercih Fernandes’in yolunu belirleyen bir karardı. Porto’nun genç takımının maçları, Avrupa’nın dört bir yanından gelen gözlemcilerle dolup taşıyordu. Ancak Boavista’nın maçını, haliyle Fernandes’i izleyen yoktu. Porto ile anlaşmış olsaydı, Fernandes daha büyük bir şöhrete ve servete giden yolu takip etmiş olabilirdi. En azından Portekiz’in çeşitli yaş grubu maçlarını takip eden gözlemcilerin dikkatini çekebilir, yeni nesil genç yetenekler için başka bir vitrinde sahne alabilirdi.
Boavista’dayken tüm bunların gölgesinde kaldı. Martelinho, “Asla milli takımlara çağırılmadı. Nedenini tam olarak bilmiyorum ama onun döneminde çok yetenekli oyuncular vardı” diyerek Fernandes’in milli forma giyme konusunda da talihsizlikler yaşadığını söyledi. Elbette onun yerine milli formayı giyenler, Portekiz’in köklü kulüplerinde oynama ayrıcalığına sahipti.
İLGİLİ HABER Sosyal medyanın değiştirdiği transfer penceresi: Yalanlar ve gerçekler!
Hesaplanmış kumar
Tüm bu handikapların gölgesinde Novara’ya transfer olmaya çalışan Fernandes’in kaderi, scout şefi Giaretta’nın onu izlemek için Portekiz’e gelmeye ikna olmasıyla değişti. Menajer Pinho’nun telefondaki ciddiyetinden etkilenen Giaretta, bir akademi maçında 17 yaşındaki Fernandes’i izlemek için Portekiz’in kuzeyine gitti.
“İlk izlenimim iyiydi, ancak olağanüstü değildi” diyen Giaretta, Fernandes hakkındaki ilk izlenimini şu sözlerle anlatıyor: “Teknik kalitesini görebiliyordunuz. Karar verme süreci ortalamadan daha iyiydi. Ayakları hafifti. Ama sahadaki en iyi oyuncu falan değildi.”
Ancak Giaretti’yi asıl etkileyen şey saha dışındaki Fernandes ile tanışması oldu. “Bir yetişkinle konuştuğunuzu hemen anlıyordunuz” diyen Giaretta, Novara kulübünün Fernandes’i transfer etmesini önermeye karar verdi. Boavista kulübünün, Fernandes’in ileride ne kadar gelişebileceği konusunda bir öngörüsü yoktu. Daha çok mali sorunlarla boğuştukları için Novara’dan gelebilecek her türlü teklif açıklardı. Nihayetinde İtalyan ekibi yaklaşık 40 bin Dolar ödeyerek Fernandes’i kadrosuna kattı.
“Her transfer bir risktir” diyen Giaretta, “Ama bu hesaplanmış bir kumardı. Birkaç bin Euro’luk bir kayıp bile kulüp için büyük bir darbe olurdu” diyerek Fernandes için verilen ücretin düşük olmasına rağmen önemli olabileceğine dikkat çekti.
Bruno’nun dört arkadaşıyla birlikte kullandığı Novarello yatılı okulundaki 111 numaralı odası
İlk maçını idolüne karşı oynadı
18 yaşına girmeye hazırlanan Bruno anlaşma sonrasında, pirinç tarlaları ve balıkçılarla çevrili şehirden yaklaşık 10 kilometre uzaklıktaki Novarello yatılı okuluna yerleşti. Antrenman yapmadığı zamanlarda Playstation’da ping pong oynuyordu ancak İtalyanca onu fazlasıyla zorluyordu.
Öyle ki, neredeyse futbolcu olmaktan vazgeçecekti. Ama ailesi ve Porto’daki okulunu bırakıp onunla İtalya’da yaşamak için yanına giden sevgilisi (şimdiki eşi Ana Pinho) sayesinde tekrar futbola tutundu. Onun idol olarak gördüğü isim Cristiano Ronaldo değil, yıllar sonra Premier Lig’deki ilk maçında rakip olarak karşılaşacağı Wolverhampton’lı Joao Moutinho’ydu. Premier Lig’de oynamak ise asıl rüyasıydı.
Bir yıl önce Serie A’dan küme düşen Novara, 2012-13 sezonuna yeni hocası Giacomo “Jack” Gattuso ile hazırlanırken, İtalyan çalıştırıcı takıma yeni katılan Bruno’nun yeteneğini fark ederek ligdeki ilk maçta ona şans verdi. Herkes genç takımda oynamasını beklerken bir anda A takıma çıkan Bruno’nun Cittadella karşısındaki ilk maçı şöyle anlatılıyor:
Seyirci takımı ıslıklıyor, oyuncular topu ayaklarına almaya korkuyordu. Bruno, takımın en karizmatik oyuncusu Andrea Lisuzzo’nun ayağından topu alıp üç oyuncuyu çalımladı ve üst direğe isabet eden bir füze yolladı. Takımdaki bazı insanlar onun yeteneğini biliyordu ama, on saniye içinde yeni takım arkadaşlarından tribündeki taraftara kadar herkes için nasıl bir oyuncu olduğu ortaya çıkmıştı: Bu çocukta daha fazlası var.
Portekiz’in üçüncü ligindeki bir kulüpte kimsenin izlemeye tenezzül etmediği ve onun için verilecek 40 bin Euro’ya ‘kumar’ denilen 17 yaşındaki Fernandes, 8 yıl sonra Manchester United’a 55 milyon Euro bedelle transfer olacaktı.
Uzun yolun öğrettikleri
Fernandes’in Novara’daki hikayesi kısa sürdü. Aslında kulübün A takımında yer bulmuştu, 23 maçta dört gol attığı ve satılmadan önce Novaralı Maradona lakabını kazandığı bir yıl geçirdi. Ancak Udinese’nin genç yeteneklere düşkün hocası Francesco Guidolin’in radarına girdi ve 2013’te 2,5 milyon Euro’ya Udinese’nin yolunu tuttu.
Ancak Guidolin her şeye rağmen Portekizli gencin ne yapacağı konusunda merak içindeydi: “Sezon öncesi kampına gittik. Serie B’de oynamak ve Serie A’da oynamak farklı şeyler. Ancak hazır olduğunu hemen fark edebiliyordunuz. Serie B’deki bir yılın sonunda transfer olmanın, direkt akademiden gelmekten farkı yok. Kendi yaşındaki çoğu oyuncudan daha emin oynadığını ve daha fazla sorumluluk aldığını görebiliyordunuz.”
O zamandan bugünlere geçen zamana baktığımızda, belki de uzun yoldan gitmenin Fernandes’in lehine sonuçlar doğurduğunu söylemek mümkün olabilir. Bruno ile ilk günlerinde çalışan herkes için öne çıkan şey, liderlik etme istekliliğiydi. Şimdilerde de Manchester United gibi ağır bir sorumluluğu sırtlamış durumda.
Novara’da bir yıl, biri Sampdoria’da kiralık olarak üç yıl da Udinese’de forma giydikten sonra; 2017 yazında Sporting tarihinin en pahalı (9.70 milyon Euro) ikinci transfer olarak Portekiz’e döndüğünde, Portekiz Milli Takımı tarafından hala görmezden geliniyordu (U21’de kaptanlık yapmış olmasına rağmen).
Yine de, sadece birkaç ay içinde Portekiz’in neyi kaybettiğini gösteren bir performans sergiledi ve Kasım 2017’de ilk milli maçına davet edildi. Martelinho, “Portekiz ligi İngiltere, İspanya veya Almanya kadar güçlü değil. Ama belki de Avrupa’nın en iyi beşinci veya altıncı ligi, kolay bir lig değil. Ancak Bruno bunu kolay hale getirdi” sözleriyle Fernandes’in yarattığı etkiyi dile getirdi.
Bu gönderiyi Instagram’da gör