Birçok başarılı sporcunun geçmişinde ilham kaynağı olacak bir hikaye yatar. Eski İngiliz sprint atleti Darren Campbell, çete üyeliği, silahlı saldırılar ve bar soygunları ile yoğurduğu gençliğini çocukluk hayali olan Olimpiyat madalyası ile taçlandırdığı bir hikayeye sahip. Ve yaşadıkları “Hayatta önemli olan nereden başladığınız değil, nerede bitirdiğinizdir” demesine neden oluyor…
Bir nesil atletizm hayranları için Darren Campbell, İngiliz koşucularının zirvesiydi. 2000 Olimpiyatları’nda 200 metrede gümüş ve dört yıl sonra 4×100 metrede altın madalya zaferleri ona saygı ve ün kazandırdı.
Yine de, genlerinde saklı olan bu yetenek, yıllarca toplumdan gizli kaldı. Bu, Campbell’ın çete üyesi olarak çifte hayat yaşarken, yetenekli bir genç sprinter olarak nasıl ortaya çıktığının hikayesi. Kaderin cilvesinin planlı bir bar soygununu nasıl engellediğini, şehir merkezindeki bıçaklı bir kavgadan nasıl sağ kurtulduğunu ve bir aile dostunun öldürülmesinin ardından sonunda Manchester’dan neden kaçtığı…
BBC Sport’da Craig Nelson imzasıyla yayınlanan hikayede, şimdilerde 47 yaşında olan Campbell’ın Sale’deki Hipodrom arazisinde yaşadığı deneyimlere yer verildi. Büyük Britanya’nın sprint koçu olarak şu anki İngiliz gençlerine Tokyo Oyunları boyunca rehberlik etmeye hazırlanırken, başkalarına ilham vermek amacıyla her şeyi ortaya koydu.
BABASININ DEĞİL, ANNESİNİN SOYADI
Campbell ve küçük kız kardeşi Sophia, Sale’in Hipodrom arazisindeki iki yataklı odalı bir dairede anneleri Marva tarafından büyütüldü. Babasıyla, 13 yaşındayken ilk kez bir spor ödül töreninde tanıştı. zaman, babasının soyadı olan Grant yerineü annesinin soyadı Campbell’ı kullanmaya karar verdi.
“Anneme bir gün ünlü olacağımı ve övgüyü babamın almasını istemediğimi söyledim. Bu yüzden itibar almaya çalışırsa, dünyaya neden farklı isimlerimiz olduğunu açıklamak zorunda kalacak.”
1973 doğumlu Campbell, onu dinleyen herkese bir gün Olimpiyatlar’da yarışacağını söylemişti. Amerikalı sprinter Carl Lewis’in, 100m, 200m, uzun atlama ve 4x100m’de altın madalya kazandığı Los Angeles’taki 1984 Oyunları’ndaki performansından ilham almıştı. O zamana kadar kendisini yetiştiren genç atlet, dört yıl boyunca Sale Harriers için yarıştı ve annesinin ilkokul spor günündeki baskıları sayesinde olmuştu. Campbell’ın annesi, oğlu için sürekli bir güç ve ilham kaynağıydı. İki veya üç işte aynı anda çalışan sıkı bir ebeveyndi. Campbell onu ‘tesisteki en korkulan kişi’ olarak tanımlarken, bolca zaman geçirdiği geniş bir arkadaş grubuna da sahipti.
“Başlangıçta bir kardeşlik grubuydu. Maalesef zaman geçtikçe daha çok bir çete haline geldi. ‘Dünyaya karşı biz’ tarzı bir şey. Çünkü kendinizi böyle buluyorsunuz. Kötü çocuklar olduğumuzu söyleyemem çünkü değildik. Ama büyüdükçe farklı şeylere sürüklenmek kolaydı. Çevrenizin bir ürünü oluyorsunuz. Gördüğünüz şeyler, çeteler, silah suçu, uyuşturucu. Çok fazla kavga vardı. Bu, kendinizi ve arkadaşlarınızı da korumayı öğrenmeniz gerektiği anlamına geliyor. Buna -birbirimizi korumaya- bağlıydık ki bir çete olduk. Sonra işler tırmandı.”
İPTAL OLAN BAR SOYGUNU
Campbell’ın çete hayatı kötü yönde ilerlerken, atletizm yolu çiçek açıyordu. Sale Harriers’taki genç takımların başarısını, bölgesel ve ardından ulusal düzeyde okul ödülleri takip etti. Yine de, 16 yaşındayken Campbell’ın Olimpiyat rüyası bir dünya uzakta görünüyordu. Onun daha acil endişesi, cebine nasıl para koyacağıydı. Bu yüzden bir bar soygununa katılmayı kabul etti.
“Grup olarak nasıl hızlı para kazanabileceğimizi düşündük. Birisi, kapanış saatinden sonra gidebileceğimiz ve o gecenin kazancını alabileceğimi bar soygunu fikriyle geldi. Bana çılgınca bir plan gibiydi ve yolda bisikletimi sürerken gökyüzüne baktım ‘bana bir işaret göster’ dedim. Bundan kısa bir süre sonra bisikletimin tekerleği patladı. Bu şu anlama geliyordu, en hızlı koşan kişi olduğum için parayı alıp geri dönmesi gereken kişi bendim. Bunu her zaman ‘rastlantının böylesi’ denecek bir an olarak gördüm ve soygunu yapmadığımız için kendimi her zaman şanslı hissettim. Hayatım tamamen farklı olabilirdi.
Ancak o sırada Campbell hala bir çıkış yolu bulmakta zorlanıyordu. Yaknı çevresi, Moss Side’daki diğer ciddi çetelerle, giderrek artan bir şiddet tehdidi getiren ittifaklar kurmaya başlıyordu.
“İki farklı dünyada yaşıyor gibiydim” diyor ve şöyle devam ediyor: “Atletizm dünyam vardı. Sonra arkadaşlarımla, birlikte büyüdüğüm insanlarla başka bir dünyam vardı. Onlar beni korudu ve ben onları korudum. Kaybedecek daha çok şeyim varmış gibi hissettim ama geleceğim için aldığım risklere karşı saftım. Kesinlikle hayatıma iki yıl sonra ülkemi temsil edeceğimi düşünerek bakmıyordum.”
ALTIN MADALYA DÖNÜŞÜ BIÇAKLI SALDIRI
Ve spor ciddleşiyordu, ama çetesi de öyleydi. 1991 yazında, 17 yaşındayken Yunanistan’ın Selanik kentinde düzenlenen Avrupa Gençler Şampiyonası’nda 100m ve 200m koşularında altın madalya kazandı. Dönüşünde, Manchester’daki Arndale Center’daki bir arbede sırasında bıçaklanma girişiminden kurtuldu.
“Bir çete beni ve arkadaşımı dükkanda gördü. Arkadaşım bir arkadaşını dövmüştü ve bize saldırmaya karar verdiler. Bir bıçak çıkarıldı. Bıçaklı kişi beni bıçaklamaya çalıştı. Ceketimden kurtulmayı başardım ve bıçak ceketimi kesti. Neyse ki kaçmayı başardık. Bir çetenin parçası olmak ve bu savaş hatlarını oluşturmak, her an hayatınızı kaybedebileceğiniz bir duruma girmeniz anlamına geliyordu.”
HER ŞEYİ DEĞİŞTİREN ÖLÜM
Bıçaklı kavga Campbell’ın üzerinde yürüdüğü gergin ipin şok edici bir hatırlatıcısı olarak deneyim yaşatsa da, annesinin vaftiz oğlu ve çete üyesi T’nin öldürülmesi, yıkıcı darbeyi yarattı. T, Moss Side merkezli çetenin bir parçasıydı.
“Büyüdüğüm mahallede yaşamıyordu. Farklı işlerle uğraşıyordu ve kendini başka bir grupla tartışma içine soktu. Ona suikast yapacak birini buldular. İşin gerçeği bu. Bugüne kadar onu kimin öldürdüğünü hala bilmiyoruz. Zordu. Bana hayatın ne kadar kırılgan olabileceğini ve birinin ne kadar çabuk elinden alınabileceğini gösterdi. Beni, Manchester’da kalıp kalmama konusunda bir seçim yapmam gereken duruma soktu. Çünkü annem benim de saldıraya uğrayacaklar listesinde olduğumu duymuştu. Benden Manchester’dan ayrılmamı istediğinde, gitmem gerektiğini biliyordum.”
KISA BİR FUTBOL ARASI
Teklifler geldi. Güney Kore’nin Seul kentinde düzenlenen 100m ve 200m’de gümüş ve 4x100m bayrak yarışında altın madalya kazandığı 1992 Dünya Gençler Şampiyonası’ndaki başarısının ardından Campbell göz önüne çıkmaya başladı. Sonunda, güney Galler’deki Newport’ta Colin Jackson’ın koçu Malcom Arnold ile birlikte antrenman yapmaya karar verdi.
Campbell, genç atletten tam zamanlı sporcuya geçiş yaparken başlangıçta Arnold’un ailesiyle birlikte kaldı. Ancak ‘dünyanın en iyi antrenörü’ olarak tanımladığı hocasıyla geçirdği günlere sevgiyle bakarken, atletizm hayatına hemen başlayamadı. Uyuşturucunun sporun en üst düzeyindeki etkisinden hayal kırıklığına uğrayarak uzaklaşmaya karar verdi ve bunun yerine futbola geçmeyi hedefledi. Plymouth Argyle ve amatör Weymouth’taki tecrübeleri, herhangi bir sporda başarılı olacaksa bunun atletizm olacağının farkında varmasını sağladı.
BAŞARISIZ İLK OLİMPİYAT DENEYİMİ
1995 yılında güney Galler’de Linford Christie, Colin Jackson, Jamie Baulch ve Paul Gray ile birlikte tam zamanlı çalışmalara geri döndü. Ertesi yıl İngilzi şampiyonasında 100 metrede dördüncü oldu ve Atlanta’daki 1996 Olimpiyat Oyunları için 4×100 metre bayrak yarışı takımının bir parçası olarak seçildi.
Campbell, bayrak yarışının yarı finallerinde sopasını düşürdüğü için Olimpiyat Oyunları onun için rüya gibi bir başlangıç olmadı. Ancak sonuçlar zamanla iyileşti. 1997 İngiliz şampiyonasında 100 metre gümüş madalyayı, aynı yıl dünya şampiyonasında bayrak yarışı bronz madalyası izledi. Daha sonra büyük sıçrayışını 1998’de 100 metrede ulusal ve Avrupa şampiyonlukları ile Avrupa şampiyonaları ve İngiliz Milletler Topluluğu Oyunları’nda bayrak yarışında altın madalyalar ile yaptı.
RÜYANIN GERÇEKLEŞMESİ: OLİMPİYAT ALTINI
Campbell’ın hayatı sonunda doğru yola girdi. Aynı yıl, şimdi üç çocuğu olan eşi Clair ile tanıştı ve Newport bugün hala onların evi. Ancak çocukluk arkadaşları ve eski çete üyeleri Lynx ve Marlon ile hayatı boyunca yakın temasta kaldı ve köklerini asla unutmadı. Ve gençliğinde güvendiği mücadele niteliklerinin, üst düzey uluslararası arenada yaşadığı başarılarında rol oynadığına inanıyor.
Campbell, 2000 yılında Sidney’deki 100 metre Olimpiyat finalinde yarışarak yaşam boyu hayalini gerçekleştirerek altıncı oldu. Bu Oyunlarda 200 metrede gümüş madalya aldı ve dört yıl sonra Atina’da 4×100 metre bayrak yarışında altın madalya kazandı. 2006’da emekli olduğunda, Dünya Şampiyonaları’nda iki bronz madalya ve bir gümüş, Avrupa Şampiyonası düzeyinde üç altın ve bir gümüş, İngiliz Milletler Topluluğunda iki altın ve bir bronz kazandı.
Herhangi bir sporcu için, Olimpiyat altını kazanma deneyimini yaşamak çok zordur Campbell için bu an ekstra bir anlam taşıyordu.
“Olimpiyat altını kazandığımda, takımın geri kalanıyla birlikte kutlamaya katılmamamın nedeni, kelimenin tam anlamıyla gözyaşları içinde olmamdı. Bütün hayatım film sahnesi gibi gözümün önünden geçiyor gibiydi. İyi, kötü ve çirkin. Bunu başardığım ve hayallerime ulaştığım için ne kadar şanslı olduğumu hissettim. Bu gözyaşları sadece benim için değildi. Eski arkadaşlarım tüm bu serüvende benimle birlikte oldular. Benim başarım onların başarısıdır. Ben böyle görüyorum.”
“ÖNEMLİ OLAN NEREDE BAŞLADIĞINIZ DEĞİL…”
“Bir sporcu olarak sahip olduğum başarıya sahip olmayabilirler. Ancak onları insan olarak başarılı görüyorum çünkü hayata tutunmalarının ne kadar zor olduğunu biliyorum. Bunu atlattığımız ve hala burada olduğumuz için şanslıyız. Hayatta her şeyin mümkün olduğunu göstermek için geldiğim yeri saklamamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Hayatta önemli olan nereden başladığınız değil, nerede bitirdiğinizdir.”