Durun! Siz kardeşsiniz…

Fenerbahçe’de Beşiktaş maçıyla başlayan çözülme, Antep’teki 3-1’lik mağlubiyetle zirveye ulaştı. Hafta içinde Başkan Ali Koç ve Sportif Direktör Emre Belözoğlu’nun ‘birlik’ çağrıları havada kalmış olacak ki, Gaziantep FK maçının ilk yarısında sanki zorla sahaya çıkartılmış futbolcular grubu vardı. Evet, takım halen lig tablosunda 3. sırada ve şampiyonluk iddiasında matematiksel olarak kaybedilen bir şey yok. Ancak şampiyonluğu getirecek kriterlerden ‘takım olma ruh halinin’ her geçen gün yitirildiği bir ortamda şampiyonluk iddiası hayalden öteye gidemez.

Birbirinden kopuk, saha içindeki her hatada bir futbolcunun diğerine kızıp bağırdığı bir ortamdan birlik ve beraberlik duygusu beklemek gerçekçi durmuyor. Elbette nabzın 180 attığı ortamda takım içinde de bazen gerilimler olacaktır. Ancak Fenerbahçeli futbolcuların arasındaki sağlıksız iletişimde başka sorunlar olduğunu anlamak için müneccim olmaya gerek yok.

Saha içinde birbirine sürekli el-kol hareketi yapan, atmadığı pas ya da yaptığı yanlış tercih yüzünden arkadaşına küsüp arkasını dönen, atılan gole bile sevinmekten imtina eden bir ‘grup’ var. Fenerbahçeli futbolcular ‘takım’ gibi değil, ‘grup’ gibi davranıyor.

Pelkas gol atıyor, takım arkadaşlarına kızıyor. Haklı, çünkü etrafına baktığında gole sevinen, hırslanan yok. Mert Hakan Yandaş’a bakıyorsun, gole sevinmek bir tarafa elleri kolları havada tribündeki birine şikayetleniyor. Caner Erkin oyuna girmeye hazırlanırken Erol Bulut’un anlattıklarını yarım kulak dinleyip suratına bakmaya tenezzül etmiyor. Muhtemelen maça yedek başladığı için trip atıyor. Hal böyleyken, Pelkas’ın maçtan sonra ‘takımın durumu iyi değil’ derken sadece oynanan futbolu kastetmediğine eminim.

Fenerbahçeli futbolcular rakiple mücadele etmek yerine birbirleriyle kavga etmeye başladığından beri yönünü dibe çevirmiş durumda. Birinin ortaya çıkıp ‘Durun! Siz kardeşsiniz…’ mi demesi gerekir bilemem. Ancak bu maçtan sonra yapılacak ilk toplantıda ‘taktik’ değil, ‘takım’ olmanın ne demek olduğunun baştan anlatılması gerekiyor.

Birbirleri için mücadele eden takım görüntüsünün kaybolduğu, sürekli kavga halindeki bir oyuncu grubuna taktik anlatmak beyhude bir çabadan ibaret kalır. Erol Hoca’nın da şapkasını önüne koyup bu duruma nasıl gelindiğini ve yaraların nasıl sarılacağını iyi tespit etmesi gerekiyor. Oyuncu değişikliklerinde ne gibi hatalar yapılıyor, rakip analizleri ve takıma dair tespitler ne derece isabetli, oyun planı neden işlemiyor… Zira kendisinin de söylediği gibi: Bu böyle devam edemez.

Maç sonu röportajında ‘Acı çekiyoruz’ diyen Erol Hoca’nın önünde artık iki seçenek var; Ya öldürmeyen acının güçlendirdiği bir hikaye kurgulayacak, ya da her hafta şiddeti artarak devam eden bu acı, öldürmeyecek ancak süründürmeye devam edecek…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir