Muhsin Ertuğral: Genç oyuncular tribünlerde gelişemez

Türkiye Futbol Federasyonu’nda, “Milli Takım Uluslararası Teknik Danışmanı” olarak görev yapan Muhsin Ertuğral, yaptıkları çalışmalardan; Türk futbolunun son durumuna kadar önemli açıklamalarda bulundu.

Üç farklı kıtada görev yapan, FIFA’nın Teknik Çalışma Grubu üyesi olan ve mart ayının başında Türkiye Futbol Federasyonu’nda (TFF) “Milli Takım Uluslararası Teknik Danışmanı” olarak göreve başlayan Muhsin Ertuğral, Türk futbolunun röntgenini çekti.

Türk futbolunu, dünya ve Avrupa ile karşılaştırmalı analizler yaparak değerlendiren Ertuğral, şu açıklamalarda bulundu:

Geçtiğimiz Mart ayı başında Türkiye Futbol Federasyonu’nda Millİ Takım Uluslararası Teknik Danışmanı olarak göreve başladınız. Göreviniz kapsamı nedir?

“Görevimin oldukça kapsamlı olduğunu söyleyebilirim. Dünya futbolundaki güncel trendler ve gelişmeler, Avrupa’nın önde gelen liglerindeki planlamalar, yapılanmalar ve gelişim projeleri gibi alanları inceliyorum. Son dönemde geçtiğimiz ay Türkiye Futbol Federasyonu tarafından ilan edilen yabancı oyuncu kuralının olumlu ve olumsuz noktalarına ilişkin detaylı bir sunum hazırladım. Dünya futbolunun demografik yapısına ve son Dünya Kupası’ndaki trendlere ilişkin de raporlar oluşturdum. Önümüzdeki EURO 2020 turnuvasına hazırlanırken bu trend, model ve verilerden faydalanacağız. Ayrıca gelişime dönük çalışmalara da ışık tutacaklar. Üzerinde önemle durduğumuz noktalardan biri de Türkiye ile diğer ülkeler arasındaki gelişim uygulamalarındaki farklılıklar.”

Uzun yıllar Güney Afrika’da çalıştınız ve orada deyim yerindeyse fenomen bir figür haline geldiniz. Güney Afrika’da bu denli başarılı tecrübeler yaşamanızı neye bağlıyorsunuz? Bu uyum nasıl sağlandı?

“Güney Afrika kendi gelişimim için çok önem taşıyan bir ülke oldu. Ülkenin Hollanda ve İngiltere modelleri taşıyan ve iyi organize edilen bir futbol ligi var. Tabii ki futbolda dünyanın her ülkesinde olduğu gibi orada da en önemli şey başarı. Çok kültürlü bir ortama sahip olan Güney Afrika’nın Avrupa’dan pek bir farkı yok. Bu farklı kültürlere, sosyal yapılara ve konuşulan dillere adapte olmak zorundasınız. Ayrıca kendi futbol düşüncelerimi de orada uygulama fırsatı bulabildim. Belki kulağa naif gelecek ama altyapılara önem veren bir teknik direktör olarak, birçok oyuncu yetiştirerek yarışmanın içinde kalmayı arzu ettim. Güney Afrika’da deneyimli oyuncular ile genç oyuncular arasındaki farkın Avrupa liglerindeki gibi büyük olmadığını gördüm; bunun üzerine risk almaya değer olduğunu düşündüm ve sonuçta da başarılı oldum. Kıta dışından gelen biri olsam da oyuncularla aramda oluşabilecek bariyerleri de aşabildim. Ayrıca emekli olmuş tanınmış oyuncuları tekrar futbola kazandırarak antrenör ve eğitici olarak yanıma aldım. Bunlar arasında Türkiye’de forma giymiş Fani Madida, Donald Khuse, Steve Komphela ile Dr. Khumalo gibi Güney Afrika’nın sembol futbolcuları da vardı.”

Senelerdir FIFA’nın Teknik Çalışma Grubu’nun (TSG) bir üyesisiniz. Bu grupla ne gibi çalışmalar yaptınız?

“TSG (Technical Study Group) yani Türkçesiyle Teknik Çalışma Grubunu birkaç kelimeyle dünya futbol gelişimini araştıran grup olarak özetleyebiliriz. Grup, büyük turnuvaların ve gençler düzeyindeki organizasyonların tüm teknik ve taktik analizlerini yaparak gelişim projeleri sunuyor. Bence çok önemli bir işlevi olan bir grup. Zira burada, dünya çapındaki sayılı teknik adamlarla omuz omuza çalışma imkanı buluyorsunuz. Bu gruba dahil olmam konusunda Federasyonumuzun Onursal Başkanı Şenes Erzik’in verdiği destek gurur vericiydi. Ülkemizi her türlü platformda olduğu gibi, burada da en iyi şekilde temsil etmek amacındayım.”

Şu anda dünya futboluna hakim olan trendleri ve geçmişten bugüne değişimler üzerine yorumlarınızı alabilir miyiz?

“Son yıllarda futbolun gelişimine baktığımızda, bence topun geri kazanılması sonrasındaki geçiş oyununun nasıl geliştiğini ve hızlandığını görmek bence en heyecan verici gelişme. Duran toplar artık çok özel bir duruma geldi. Duran toplar için istatistiklere daha yakından bakmamız gerekiyor. Duran toplar artık daha mı iyi kullanılıyor yoksa yeterince iyi savunulamadığı için mi duran toplardan atılan gollerin oranı bu kadar yükseldi? 2018 Dünya Kupası’nda atılan 169 golün 73’ünün (%43) duran toplardan geldiğini görmek EURO 2020’de de oranın yükseleceğine işaret edebilir. Ancak şöyle bir gerçek de var, Avrupa’nın detaylı taktik anlayışı Dünya Kupalarına Asya ve Afrika’dan katılan takımlara göre daha yüksektir. Dolayısıyla bu değerler değişebilir.”

2009-10 sezonunda Sivasspor’u çalıştırmıştınız. O dönemden itibaren Türk futbolunu yakından takip edebilme şansınız oldu mu? 10 yıllık süreç içerisinde Türk futbolunda geçmişe göre ne tür farklar gördünüz?

“Üç farklı kıtada görev yapmış olmama rağmen, Türk futbolundan hiçbir zaman kopmadım. Futbolda 10 yıl uzun bir süreçtir. Bu süreçte tabii ki teknik direktörlerin oyuna bakış açıları değişti. Ülkemizde de çok kültürlü ortamlar gelişti. Oyuncuların piyasa değerleri ve önemleri gittikçe arttı. Buna ayak uydurabilmek için de günümüzün kulüplerindeki teknik kadrolar genişledi. Genç teknik adamların yetiştiğini görmek büyük mutluluk verici. Son dönemde Okan Buruk ve Erol Bulut gibi yetenekli teknik direktörlerin sayısının gittikçe artacağına inanıyorum. Son 5 yıl içinde kendi ülkemizde yetiştirdiğimiz oyuncuların Avrupa liglerine transfer olmalarını da olumlu bir gelişme olarak sayabiliriz. Süper Lig’deki futbolcuların teknik olarak bir sıkıntıları olduğunu düşünmüyorum fakat oyunun temposunu geliştirebiliriz. Gücümüz var fakat atletik yeteneklerimiz sınırlı. Topla çok iyiyiz ama fizik olarak topla hareket hızımız yeterli düzeyde görünmüyor. Akışkan bir oyun için atletik yapının gelişmesine önem verilmesi gerektiğini düşünüyorum.”

Medyada sıklıkla Türk futbolunda “bir ekol oluşturulması” gerektiği söylenir. Şayet bir Türk futbol ekolü oluşturulsa bunun unsurları neler olur? Futbolda ekol olmuş ülkelerin dışında, son yıllarda futbol yapılanmaları sayesinde gelişme gösteren ülkeler var. Sözgelimi Belçika, Hırvatistan, İzlanda. Türkiye’de de bu ülkelerin yöntemlerinden esinlenemez miyiz?

“Ekol, beni çok ilgilendiren ve üzerinde durduğum bir konu. Yıllarca Ajax sisteminde bulundum. Hollandalılar, kendi felsefelerini Güney Afrika’da en üst düzeyde denedi ve uyguladı. Bu tartışmaların içinde daha önce de bulunduğum için şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki ekol, bir teknik adam transferiyle gerçekleşmez ve bir “ekol” bire bir transfer edilemez, bu mümkün değildir. Her ülkenin sosyoekonomik yapısı farklıdır. Bu da her ülkenin kendi koşullarına göre program hazırlamasını gerektirir. Bunun sonucunda da “EKOL” denen oyun kimliği ortaya çıkartılır. Bunun üzerinde derin bir çalışma yapmamız gerekiyor. Başka ülkelerdeki modelleri ve yapıları iyi öğreneceğiz. Sonra kendi bilim merkezlerimizle birlikte çalışarak ve deneyimlerimizi de içine katarak, çok genç yaşlarda oyuncular için bir kimlik oluşturmak zorundayız. Bu noktada, İspanya modelinin kültürel ve sosyal bakış açısından ülkemize yakın olduğunu söyleyebilirim.”

Futbolumuzdaki sorunların çözümünden bahsedildiğinde ilk olarak yabancı futbolcu sınırlaması akla geliyor. Bu doğru bir yaklaşım mı? Son 9 yılda 15 kez sistem değişikliği yaşanmışsa, uzun vadede istikrar nasıl mümkün olur?

“Sorunuzun içinde önemli bir cümle var: “İSTİKRAR.” Her yapılanmanın geniş çaplı bir hazırlık dönemi olur, onun arkasından da istikrarlı uygulamalar gelir. Bu da başarıyı getirir. Türk futbolunun yabancı oyuncu sınırlamalarıyla ilgili sürekli bir arayış içerisinde olduğunu görüyoruz. Bu arayışlar esnasında olumlu ve olumsuz noktaların enine boyuna tartışılması gerekir. Fazla derinlere inmeden size her iki yön için birkaç örnek verebilirim. Süper Lig’de 2019-20 sezonunun ilk yarısında 18 takımımızın yaptığı 153 karşılaşmada yer alan oyuncuların yüzde 35’i Türk, yüzde 65’i ise yabancıydı. Takımlarımız, rekabet sebebiyle ve başarıyı yakalama adına milyonlarca döviz harcayarak kadrolarına düşük kaliteli futbolcular katıyor. Kulüpler, transferlerini yaparken bütçelerini aşarak büyük meblağlar harcıyor. Sonuçta ekonomik sıkıntıya düşüp borçları nedeniyle kaybolacak hale geliyorlar. Daha birkaç yıl önce Süper Lig’de mücadele eden birçok takımın, ekonomik çıkmaz nedeniyle bugün amatör kümelere kadar düştüğünü üzülerek izliyoruz. Süper Lig’in oluşturduğu gelirler yabancı oyuncu transferinde kullanılırken, bu mali olanakların sportif performansa katkı sağlayacak sonuçları pek de doğurmadığını söyleyebiliriz. Bununla birlikte, kulüplere en fazla yabancı oyuncu bulundurma fırsatı verilen 2006-2019 yılları arasında Türk futbolunun UEFA’daki pozisyonunu 10. sıranın üzerine taşıyamadığını görüyoruz. Yabancı oyuncu sayısının en fazla olduğu sözü edilen dönemlerde Türk futbolunun UEFA nezdindeki performansını (UEFA katsayıları) kulüpler bazında daha yukarılara çıkarması beklenirken, analizler bunun tersi bir performans ortaya çıktığını gösteriyor. Yabancı serbestisinin olumlu yönlerinden bahsedersek de şunları söyleyebiliriz. Son 5 yıl içinde 21 Türkiye altyapılı oyuncu yurt dışına transfer gerçekleştirdi. Yayın gelirlerinin artmasıyla birlikte ekonomik gelişme kaydedilmiş oldu. Bu sayede Anadolu takımları Süper Lig’deki rekabet seviyesini arttırabildi. Geniş yabancı kontenjanı ile gelecek vadeden yabancı oyunculara yatırım yapma şansı bulundu. Yabancı kuralı üzerinde düşünürken çözmemiz gereken başlıca bir sorun var: Genç futbolcularımıza nasıl daha fazla oynama imkânı sağlayabileceğiz? Bu nedenle, genç futbolcuların Süper Lig’de nasıl daha fazla oynayabilecekleri konusuna yoğunlaşmalıyız. İngiltere son Dünya Kupası kadrosuna baktığımızda, üst düzey seçkin akademilerden sadece 5 oyuncu ile oynadı. Geriye kalan 18 oyuncu, Premiere League alt liglerinde geliştirerek ülkelerini Dünya Kupası’nda temsil ettiler. Bunları söyleyerek, genç oyunculara seçenekler bulmamız gerekiyor, çünkü takımların yabancı kontenjanı ile ilgili tartışmamız hiç bitmeyecek. Dünyanın en önemli liglerinde oyunculara ödenen rakamları biliyoruz. Ülkemizdeki futbol yönetimi bu değeri karşılayacak bir planı ortaya koymak, uygulamak için zaman ve istikrar istiyor. Günü kurtaran düşüncelerden uzaklaşırsak, radikal yaklaşımlarla önümüzdeki yılları güvence altına alabiliriz.

Kulüp takımlarımızın son yıllarda Avrupa kupalarında eskiden olduğu kadar başarılı sonuçlar alamamasını nasıl yorumlarsınız? Avrupa ile aramızdaki makas bu kadar açıldı mı? Üstelik bu durum yabancı oyuncu konusunda kulüplere geniş bir kontenjan tanınmasına rağmen yaşandı.

“İngiltere, İspanya, Almanya, Fransa ve İtalya sıralamada gerçekten arayı açtı ve açmaya da devam ediyor. Ruslar, ciddi harcamalar yaparak liglerini ayakta tutmaya çalışıyor. Belçika, Portekiz ve Hollanda’daki kulüpler ise futbolcu yetiştirip büyük liglere ihracat yaparak ayakta kalmaya çalışıyor. Biz şu an diğerleri arasındayız. Doğru planlama ki burada en önemli faktör eğitim ve gelişim yatırımları olacaktır, yapılan planlamalar ve alınan kararların istikrarlı bir şekilde uygulanması, yeteneğimizi tekrar su üstüne çıkartabilir. Beşiktaş, Şenol Hocamızın yönetiminde, ortalama 9 yabancı oyuncu ile mücadele ederek 2016-17 sezonunda UEFA Avrupa Ligi’nde çeyrek final oynayan, 2017-18 sezonunda da UEFA Şampiyonlar Ligi grubunu namağlup lider bitirebilen ilk Türk takımı oldu.”

Türk kulüpleri, tesisleşme açısından dünya ve Avrupa’daki diğer kulüplerle karşılaştırıldığında nerede duruyor?

“Son yıllarda bir aşama kaydettik. Üst düzey takımların tesisleri, yeni stadyumların yapılması, futbolun önemli gelir kaynaklarından olan maç günü gelirlerinde bir artış sağladı. Maalesef COVID-19 pandemisi nedeniyle kulüplerin bu gelir kaleminden mahrum olması bütçelerinde büyük bir açık bıraktı. Avrupa’yla devamlı ve sürekli rekabet edebilmek için altyapı yatırımları ve tesisleşme hamleleri gerekiyor. Gelişim için en önemli faktörlerden biri altyapı tesisleri ve genç oyuncuların yeteri kadar rekabet içinde bulunabilmeleri de mühim. Antrenman olanakları ile eğitmenlerin ve üst düzey takımların bulunmadığı kırsal kesimlerde mutlaka oyunculara dönük bir bölgesel üs sağlanması gerekiyor. Bugün Türkiye’nin demografik yapısı incelendiğinde çocuk nüfus oranının en yüksek olduğu iller Şanlıurfa, Şırnak, Ağrı, Muş ve Siirt. Başka bir deyişle, bizim şu anda eğitmemiz gereken yaş grupların en yoğun bulunduğu bölgeler. Türkiye’deki çocuk nüfusun sayısı 22,9 milyondur. Türkiye’deki çocuk nüfusun toplam nüfusa oranı, AB’ye üye 28 ülkenin hepsinden de yüksek.”

Bir futbolcuyu uluslararası seviyede mücadele edebilecek düzeye getirmek için minimum 6-8 yıl arası emek verilmesi gerektiği dile getiriliyor. Bu süreyi yeterli görüyor musunuz? Türkiye’deki sabır düzeyini nasıl değerlendiriyorsunuz?

“Bence artık bu süre de yeterli değil. Bu süreçte ancak ortaokuldan doğrudan üniversiteye gidebilirsiniz. Oysa Avrupa’nın üst düzey eğitim ve gelişim akademileri en az 10 yıl tahsil süresi sunuyor. Yarışın içinde sürekli kalabilmek için gelişim platformunun mutlaka kurulması gerekiyor. Günümüzde futbol sonuca dönük. Eğitim ve gelişim de zaman alan ve sabır gerektiren bir yol. Bunları bilerek hareket etmek gerekiyor. Kulüp yöneticileri, taraftar ve medya baskısı nedeniyle akademilerin umut vadeden oyunculara değil, acil başarı sistemine hizmet ettiğini görüyoruz. Özetle yöneticiler, teknik kadroların genç oyunculara güvenmenin zor olduğunu tespit etmelerine neden oluyor. Kulüpler, gençleri doğru bir şekilde yükseltmiyor. Genç oyuncular tribünlerde gelişemez. Belki de akademilerin kalitesinin düştüğü gerçeğini böyle ifade etmek gerekir. Hollanda, Belçika, Almanya ve İspanya’nın gençlerin gelişimi için istikrarlı liglere ve kulüplere sahip olduğunu söylemeliyim. Altyapı futbolundan üst düzey profesyonel futbol seviyesine yükselmek çok zor bir iştir. Genç oyuncular, sadece fiziksel değil, zihinsel olarak da tamamen farklı bir oyuna geçiş yapıyor.”

Türkiye’de bazı mevkilerde uluslararası seviyede oyuncu yetiştirmek konusunda sıkıntılarımız var. Mevki bazında yaşanan bu sorunu nasıl açıklamak gerekir?

“Şenol Hocamız bu konuyu kısa bir süre önce dile getirdi. Üzerinde çalışılması ve tartışılması gereken önemli bir konu. Örneğimizi yine İspanya üzerinden verirsek, oyun kültüründe mutlaka tipik, ülkeye has orta saha oyuncuları yetiştirilir. La Liga’da hemen hemen her takımda düzenli olarak oynayan üstün yetenekli İspanyol orta saha oyuncuları vardır. İspanyol futbolunda genç oyunculara inanç ve güven verilirken gelişmeleri için zaman tanınır. La Liga’dan yetişen ve şu an altın çağını yaşayan 25 yaş ve altındaki yetenekli merkez orta saha oyuncularından örnekler verelim: Real Madrid’den Marco Asensio (24), Valencia’dan Carlos Soler (23), Atlético Madrid’den Sal guez (25), Napoli’de Fabin Ruiz (24) Manchester City’den Rodri (24), West Ham’dan Pablo Fornals (24) ve Milan’dan Samu Castellejo (25). Bizim böyle bir kimliğimizin olması için TFF’nin Gelişim Departmanı’nın tüm programları ve içindeki mevcut sorumlu mekanizmaları hazırlayıp kulüplere empoze etmesi gerekiyor. Kendimize şu soruları sormamız lazım: “Türkiye’ de hangi futbol ekolü başarılı olur? Kendi kültürel ve toplumsal özelliklerimiz ışığında hangi stratejileri uygulamalıyız? Ne tür projelerle başarı elde edebiliriz?”

A Milli Takımımızın EURO 2020 finallerine kalma başarısı göstermesinin yurt dışındaki teknik çevrelerde ne gibi yansımaları oldu?

“Türkiye ile ilgili ilginç görüş açıları var. Bu soruyu cevaplarken biraz gerilere gitmek isterim. EURO 2008 öncesinde, Köln Spor Akademisi’nde turnuvaya katılan tüm ülkeleri tanıtma amaçlı Alman Milli Takımı’na sunulan rakip analiz raporları hazırlandı. Milli Takımımız, olumlu ve olumsuz anlamda öngörülmez özelliklere sahip bir takım olarak nitelendirildi. Türkiye için kullanılan ifadeler şöyleydi: “Onlar, her şeyin bittiği düşünülen bir anda bir kıvılcımla tutuşup canlanırlar ve kaybedildiğine inanılan maçı lehlerine çevirebilirler. Buna karşın, kendileri için her şey yolunda giderken beklenmedik sorunlar yaşayıp ellerindeki maçı da kaybedebilirler.” Yabancı gözüyle bu bakış her ne kadar eski bir turnuvaya ait olsa da Milli Takımımızın katıldığı son eleme karşılaşmalarında büyük sükse yaparak EURO 2020 finallerine kalması, rakiplerimizin gözünde bizimle ilgili “öngörülemezlik” algısını canlı tutacak ve bizi her açıdan inceleyerek eksiksiz analiz edeceklerdir.”

EURO 2020 Elemelerinin bir analizini yaptığınızı tahmin ediyorum. Bu analizlerden bizimle paylaşabileceğiniz veriler nedir? Geliştirmemiz gereken yönlerimiz ve kendimize çizmemiz gereken rota ne olabilir?

“Şenol Hocamız, takımımızın amacını belirledi. Dünya futbolunda ekol olmuş ülkelerle yarış içinde olmak ve eğitimin sağlayacağı sonuç doğrultusunda unvan sahibi takımlardan biri olup o seviyede kalabilmek. Niyetimiz, daha genç oyuncuların geldiğini görmek ve tüm kategorilerdeki milli takımlarımızın Dünya Kupaları, Olimpiyatlar ve Avrupa’da yarışmaları için sağlam bir temel oluşturmak. 2020 Avrupa Şampiyonası, bunun ne kadar zor olacağının altını çiziyor çünkü Avrupa’nın en iyilerinin güçleri birbirine çok yakın. Birinci sınıf futbolda artık her detay büyük önem taşıyor. Hiçbir şey tesadüfen gerçekleşmiyor. Dünya futbolundaki en iyi takımları ve oyuncuları bu nedenle dikkatle analiz etmek önem kazanıyor. Birbirine çok yakın olan takımlar arasındaki ince nüanslar, ancak detaylı analizle fark edilebilir. Bu analizlerle kendi teknik-taktik prensiplerimize ışık tutabiliriz.

Öte yandan, her kısa vadeli trendin ardından koşmamak da önemlidir! Öncelikle ayırt edici, güçlü yönlerimiz, zayıf yönlerimiz, sosyal, kültürel ve hatta genetik özelliklerimiz değerlendirilerek ve kullanılarak birleşik bir oyun fikri geliştirmek hedeflendi. Bu, geleceğe yönelik oyun planı; eğitim felsefemiz ve yeteneklerimizin tanıtımı için yönlendirme noktası ve yol gösterici bir prensip olacaktır. Şenol Hocanın prensibinin, daima takım ruhu, saygı ve disiplin gibi geçerli değerlere dayandığını düşünüyorum. Bu noktada, dikkatli, son derece önemli değerlendirme çalışmaları için tüm analiz ekiplerinin gayretleri kilit durumda. Avrupa Şampiyonası, Dünya Kupası’ndan daha yüksek bir kalite yoğunluğuna sahiptir. Bu kupada Avrupa’nın en iyi milli takımları, ilgi çekici birçok teknik-taktik, oyun konsepti detaylarını ve yeniliklerini sunacak. Amaç, Avrupa’nın en iyi takımlarının ve oyuncularının net eğilimlerini ve kalite standartlarını filtrelemek ve bunları kendi oyun felsefemize ve konseptimize entegre etmek olacaktır! Avrupa Şampiyonası elemelerinde analiz ekibimiz, hocalarımız, Avrupa’nın en iyi milli takımlarını sunan teknik-taktik detaylar ve mevcut oyun kavramlarını değerlendirdi. Bizim futbolumuz bu mevcut kalite özelliklerine göre kendini ölçebilir. Ayrıca, perspektif odaklı 2018 Dünya Kupası değerlendirmesiyle beraber yurt dışında ve ülkemizde oynayan oyuncularımızın bulundukları pozisyon ve takıma göre oynadığı farklı oyun felsefeleri ve alışkanlıklarıyla birlikte aldıkları karşılaşma sürelerini de içeren bir konsept hazırlandı.”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir