İngilizlerin Muhammed Ali’si: Len Johnson! Nâzım Hikmet’e uzanan hikaye…

Dünya tarihi birçok ünlü kahramanı içinde barındırdığı gibi, az bilinen ya da ‘dizayn’ edilen tarih sayfalarında yer almayan görünmez efsanelerle dolu. İngilizlerin Muhammed Ali’si denilen ve ‘Taçsız Şampiyon’ unvanlı boksör Len Johnson da bu pelerinsiz kahramanlardan biri. Kıymeti şimdilerde anlaşılan ve heykelini dikmeye karar verdikleri Johnson’ın, Manchester sokaklarında başlayan, oradan ABD’ye ve Nâzım Hikmet’in dizelerine kadar uzanan bir hikayesi…

Derleyen: Alican ÖZCAN | Çoğu boksör, yumrukların ringin dışında aldıkları darbeler kadar acıtmadığını söyleyecektir. Sık sık kavga etmeye zorlanmak, size verilen parayı nadiren alabilmek ve menajerinizin rakip için çalıştığını öğrenmek. Bunlar, spordaki birçok kişi tarafından bilinen ve öfke ile acıyı besleyebilecek türden tecrübelerdir.

Öyleyse kendinizi, 100’den fazla dövüşe sahip emekli bir orta sıklet boksör olan Len Johson’ın yerine koyun ve 1953’te bir Eylül gecesi zorlu geçen bir günün ardından Manchester’daki Old Abbey Taphouse barına girdiğinizi hayal edin.

Johnson o zamanlar 50’li yaşlarının başlarında ve arkadaşlarıyla buluşmaya gidiyordu. Grubun mekana getirdiği eğlence ve hoş sohbet bir anda yerini tatsızlığa bıraktı. Çünkü siyahi olan Johnson, cildinin rengi nedeniyle mekandan kapı dışarı edildi.

Bir boksör siyah olduğu için ilk kez bir ayrımcılığa uğramıyordu ancak, Johnson tüm kariyerinde olduğu gibi bu durumla da savaşmayı seçti.

ABD’nin ilk siyahi boks şampiyonu olan Jack Johnson’a 72 yıl sonra verilen iade-i itibar gibi, şimdilerde İngilizler de Len Johnson’ı ve onun mücadelesini yeniden hatırlıyor. 

“Ön yargı karanlıkta kalmış olmaktan kaynaklanır. Gün ışığı onu arındırır.” – Muhammed Ali

Dört kardeşin en büyüğü olan Johnson, 22 Ekim 1902’de Manchester’da, Siearra Leone’den bir baba ve İrlandalı bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Boksla tanışması ise, çalıştığı işte ettiği kavgadan sonra oldu ve babası Billy onu yerel bir maçı izlemeye götürdü. Johnson bu maçtan pek etkilenmedi ama birkaç hafta sonra babasının onu dövüşe kaydettirmesi onu şaşkına çevirmişti.

Maça nasıl hazırlanacağı bir yana, nasıl boks yapılacağına dair çok az bilgisi vardı ama babası bir dönem boks yaptığı için az da olsa şanslıydı. Annesinin eski bir elbisesinden söktüğü iple antrenman yapan Johnson, ilk maçına 1921’de Manchester’daki Alhambra Tiyatrosu’nda çıktı ve yerel sporcu Jerry Hogan ile karşılaştı.

Tecrübesiz Johnson üçüncü raundda rakibini nakavt etti ama şans da yanındaydı.

Rob Howard’ın onun hakkında yazdığı ‘Boksun Taçsız Şampiyonu’ isimli kitabında o dövüşü anlatan Johnson, “Jerry çenesini elime doğru itti ve yere düştü. Onu nasıl yere serdiğimi gerçekten bilmiyordum” itirafında bulundu.

Şans ya da başka bir şey, ilk zafer Johnson için başlangıçtı.

SOKAKLARDA DÖVÜŞEREK ZİRVEYE!

Eski boksör babasıyla birlikte yollara düşen Johnson, festivaller ve barakalarda düzenlenen dövüşlere katılıp halk içinden meydan okumalara karşılık vererek deneyim kazandı. Bu maçlar fazla uzun sürmezdi ancak o dönemlerde yeteneğinizi geliştirmeniz için faydalı bir seçenek olarak görülürdü.

Johnson ilerde dilden dile dolaşacak savunma becerilerini bu şekilde elde etti. Zamanla darbelerden kaçınmayı öğrenen Johnson, 93 galibiyetinin 36’sını nakavtla bitirecek kadar sağlam bir boksöre evrildi.

Rakiplerinin ringde karşılaşmaktan kaçındığı bir isim haline gelen Johnson, büyük sıçramasını ise 1925’te İngiliz orta sıklet şampiyonu Roland Todd’u yedi ayda iki kez yenerek yaptı.

Aynı yıl, modern zamanların ünlü boksörü Mike Tyson’ın “İngiltere’den çıkan en büyük dövüşçü” dediği Ted ‘Kid’ Lewis’i de mağlup etti.

IRKÇILIK BAŞA BELA

Johnson’ın aldığı bu zaferler, uzun süreli bir kariyerin ve başarı döneminin ayak sesleri gibiydi. Ama öyle olmadı. Çünkü katıldığı maçlar unvanlı değildi ve bunun nedeni ten rengiydi. İngiliz Boks İdare Heyeti’nin “24 kural” talimatı gereği, bir boksörün unvan elde edebilmesi için iki dövüşçünün de beyaz ebevenylere sahip olmadı gerekiyordu.

1911’de hükümet desteği ile yürürlüğe giren kural, 1948’e kadar geçerli oldu. Kuralın kaldırıldığı yıl Dick Turpin, Villa Park’ta 40 bin kişinin önünde Vince Hawkins’i yenerek İngiltere’nin ilk siyah boksör şampiyonu oldu. Turpin’in kardeşi Randolph ise, 1951’de Sugar Ray Robinson’ı yenerek dünya orta sıklet şampiyonluğunu ilan edecekti.

Siyahi boksörlere uygulanan ırkçılık sadece İngiltere’de yaşanan bir sorun değildi. 1900’lerin başında, Amerika Birleşik Devletleri, en iyi ağır sıkletin siyah bir boksör olduğu fikrine öfkeyle yanıt vermişti.

ABD’nin ilk siyahi boks şampiyonu olan Jack Johnson -Len ile ilgisi yok- 1908’den itibaren dünya şampiyonu unvanı taşıdığı yedi yıl boyunca öyle bir düşmanlıkla karşılaştı ki, ırkı nedeniyle karşılaştığı mahkumiyet sonrasında ABD’den kaçmak zorunda kaldı. Ölümünden 72 yıl sonra 2018’de affedildi!

26 Aralık 1908’de ilk siyahi Amerikalı dünya ağır sıklet boks şampiyonu olan Johnson’ın, “Büyük Beyaz Umut” lakaplı eski ağır sıklet şampiyonu James J. Jeffries ile 1910’da yaptığı maç “Yüzyılın Dövüşü” olarak adlandırıldı. Johnson’ın maçı 15’inci raundda teknik nakavtla kazanmasının ardından ABD genelinde 50’den fazla şehirde beyazlar tarafından şiddet olayları gerçekleşti. Johnson, 1913’te “Mann Kanunu” kapsamında “eyaletler arası beyaz bir kadını ahlaka aykırı amaçlarla taşımak” suçuyla tamamen beyazlardan oluşan bir jüri tarafından suçlu bulunmuş ve 1 yıl 1 gün hapis cezasına çarptırıldı. Ancak, Johnson, hapis cezasından önce ABD’den Kanada’ya, daha sonra da Fransa, Güney Amerika ve Meksika’ya gitmesinin ardından 1920’de ABD’ye döndü. Johnson, 10 ay hapis yattıktan sonra Temmuz 1921’de serbest kaldı.

Jack gibi Len Johnson da ülkesinden kaçmaya zorlandı. 1926’da Britanya’yı terk etti ve Avustralya’da 6 ay yaşadı. Harry Collins’i yenerek İmparatorluk orta sıklet unvanını kazandı (Şimdilerde İngiliz Milletler Topluluğu unvanı olarak kabul ediliyor). Ancak o dönem Johnson’ın aldığı bu zaferin unvan galibiyeti olarak tanınmadığı açıklandı. Bu karar Johnson’ın boks dünyasıyla ilgili hayal kırıklığına neden olan birçok faktörden biriydi.

“Albert Hall ve ulusal spor kulübünden men edildim. Aslında, ne zaman büyük paralar söz konusu olsa, bundan uzuk tutuldum. Renge karış ön yargı, şampiyonluk mücadelesi vermemi engelledi. Şimdi bunların hiçbir anlamının olmadığını hissediyorum.”

Johnson’ın profesyonel kariyerindeki son maçı 1933’teydi. Spora olan yakınlığı İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesine kadar sürdü ve ara sıra festivallerde dövüşmeye devam etti. Ama profesyonel kariyerinin sonuna geldiği yıllarda onun hayatında yeni bir sayfa açılıyordu: Politik gücü olan biri. Len Johnson, Jack Hood ile dövüşüyor | 1926

JOHNSON- ROBESON VE NÂZIM!

Savaşın sonuna doğru Johnson, Komünist Parti’ye katıldı. Manchester’da Moss Side’daki bir gruba katıldı ve ırk ayrımcılığını içeren davalarda sık sık yer aldı. Ayrıca memleketinde düzenlenen ve dönemin en etkili olayı 1945 Pan-Afrika Kongresi’nin yerel temsilcilerinden biriydi. Johnson profesyonel kariyeri boyunca da yerel bir kahraman olarak görülürdü.

“Belle Vue’da büyük dövüşleri olduğunda herkes uyanık olurdu. Bindiği taksi onu eve getirene kadar herkes kapısında bekler ve büyük bir eğlence yapılırdı.” – Herbert (Yazar)

Johnson bokstan emekli olduktan sonra şarkıcı, aktör ve politik aktivist Paul Robeson ile yakın bir arkadaşlık kurdu. Amerika’nın baroya kabul edilen ilk avukatı unvanın da sahibi olan ve bütün hayatını ırkçılıkla mücadeleye adayan Robeson, Johnson’ı aktivistlik konusunda cesaretlendirdi ve ringin içinde-dışında yaşadığı ırk ayrımcılığına son verme arzusunu işledi.

Nâzım Hikmet, Paul Robeson’un 1949’daki şarkıcılığa veda konserinde ırkçı grup Ku Klux Klan tarafından uğradığı linç girişiminden sonra, Bursa Cezaevinde “Korku” şiirini yazdı. Paul Robeson ise, Nâzım Hikmet’in “balık tuttuk yiyen ölür/ elimize değen ölür/ bu gemi bir kara tabut/ lumbarından giren ölür” şiiri ile birlikte dört şiirini besteleyerek serbest bırakılması için dünya çapında kampanya başlattı. İkili Dünya Barış Konseyi ödülünü paylaştı.

“Bize türkülerimizi söyletmiyorlar Robson

inci dişli, zenci kardeşim,

kartal kanatlı kanaryam.

türkülerimizi söyletmiyorlar bize…”

İspanyol şarkıcı Manolo Diaz 1971’de çıkardığı Apocalipsis adlı albümde, Nâzım Hikmet’in Paul Robeson için yazdığı şiiri besteleyerek yer verdi:

MANCHESTER’DA BAŞLATTIĞI DEVRİM

Nâzım Hikmet’le dayanışması tüm dünyaya örnek olan Robeson ile olan arkadaşlığı sonrası, aktivistlik konusunda bayrak isimlerden biri haline gelen Johnson’ın en büyük başarılarından biri, 1953’te Manchester şehir merkezinin güneyindeki Old Abbey Taphouse adlı bara girişinin yasaklanması olayıyla ortaya çıktı. Arkadaşlarıyla gittiği barda, siyahi olduğu için kendisine servis yapılmadı ve mekandan dışarı çıkartıldı.

Len ve en iyi arkadaşı Wilf Charles önce belediye başkanına gitti. Basın mensuplarını peşlerine taktıktan sonra yaklaşık 200 kişiyle barın yolunu tuttu. Sonuç olarak, mekan sahibi Len’e içki içmemesine rağmen hizmet etti. O zamana kadar sadece beyazların girebildiği bardaki bu değişim, Manchester’daki birçok mekanı etkiledi ve gerçek bir dönüm noktası oldu.

Ancak Johnson bu başarıyı hiçbir zaman siyasi alanda istikrarlı bir kariyere dönüştüremedi. Sabrına rağmen Manchester Şehir Meclisi’nde bir yer bulma çabaları sonuçsuz kaldı. Johnson 1974 yılında 71 yaşındayken hayata veda etti. Mücadeleleri ve başarıları farklı bir zamandan bahsederken tarihi anılar olarak kalsa da, artık günümüzle de büyük bağlantılara sahip.

Len Johnson (Foto: Manchester Kütüphanesi)

“O İNGİLİZ MUHAMMED ALİ”

Old Abbey Taphouse artık Johnson ve Wilf efsanelerinin anıldığı bir bar. Bu Ekim ayında, Siyah Tarihi Ayı süresince, Johnson ailesinin üyelerinin yanı sıra hayatıyla ilgili bir oyun olan Fighter’da yer alan tarihçiler ve aktörlerin de katılmasının beklendiği bir konferansa ev sahipliği yapacak.

Ayrıca eşitlik ve adalet için büyük mücadeleler verdiği şehirde onuruna bir anıt dikilmesi için de kampanya var. Kampanyayı düzenleyenler, 1925’te siyahi olduğu için İngiltere Milli Takımı’ndan atılan Jack Leslie’nin heykeli için toplanan 100 bin Sterlin’den güç alıyor ve Johnson için de benzer bir desteğin geleceğinden eminler.

“Manchester’da ve Birleşik Krallık’ta ulusal bir hazine olması gerekirken çok fazla tanınmıyor. Neredeyse 130’a yakın dövüşe çıktı ve 93’ünü kazandı. O esasen İngiliz Muhammed Ali. Onun kim olduğunu bilmiyor olmamız şok edici. O ringin içinde ve dışında bir dövüşçüydü ve bence hatırlanması gereken asıl önemli olan da bu.” -Lamin Touray (Aktör)

Manchester Belediye Başkanı Andy Burnham, Johnson’ın hikayesinin “kesinlikle anlatılması ve kutlanması gerektiğini” düşünürken, Manchester Şehir Konseyi’nin lideri Sir Richard Leese de şehirde bir anıt fikrine sıcak bakıyor:

“Manchester’da Len Johnson heykeline sahip olmanın harika olacağını düşünüyorum. Heykeller için yönetici üyemiz Luthfur Rahman bir inceleme yapıyor.” – Sir Richard

Sokaklarda yaptığı dövüşler Johnson’a, rakip kim olursa olsun, herkesi alt etmeyi öğretti ve bu hayatının her alanına yansıyan bir karaktere sahip olmasına neden oldu.

Her ne kadar o dönemlerde şampiyon unvanı almasına engel olunsa da, bugün ilham vermeye devam eden mirasını kimse inkar edemez.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir