Türk basketbolunun efsanesi Yalçın Granit neden 25 yaşında basketbolu bıraktı?

Yalçın Granit… Türk basketbolunun, Türk sporunun, Galatasaray’ın gelmiş geçmiş en önemli figürlerinden… 88 yaşında aramızdan ayrılan bu efsane ismin hayatını, daha doğrusu bilinmeyenlerini araştırdık. En çok merak edilen konuya da yanıt aradık: Henüz 25 yaşındayken basketbolu neden bıraktı?

SKOR ÖZEL / DEVRİM DEMİREL Türkiye’de spordaki pek çok branşta kayıtlara, istatistiklere ulaşmak olanaksız; veri tabanı zamanında oluşturulmadığı için. Basketbolda da 1960’lı yılların ikinci yarısına kadar olan döneme ait kayıtlar mevcut değil. Ancak o dönemleri bilenlerin söyledikleri, kulaktan kulağa geçen bilgiler, ailelere ve yakın dostlara anlatılanlar, röportajlar veya yazılan kitaplar size yardımcı oluyor. Yalçın Granit hemen hemen hiç anlatmadığı (veya anlatmak istemediği) için basketbolu bırakma öyküsünü de farklı kaynaklardan öğrendik.

Başlayalım…

DARÜŞŞAFAKA’NIN YERİ AYRI

Adı Galatasaray ile özdeşleşmiş olsa da Yalçın Granit’in, Türkiye’nin bir başka köklü eğitim kurumu Darüşşafaka ile ilişkisini ayrı bir yere koymak lazım.

Darüşşafaka’da öğrenciyken basketbolla tanışan, bu köklü eğitim kurumunun basketbol şubesinin üç kurucusundan biriydi.

2014’te Darüşşafaka’ya verdiği röportajdan öne çıkan ifadeleri şunlar, büyük ustanın:

“Babam ben 3 yaşındayken ölmüş, onu hatırlamıyorum. Annem daha sonra yeniden evlenip İstanbul’dan ayrıldı. Darüşşafaka’ya girene kadar beni anneannem büyüttü. Samim Göreç vasıtasıyla basketbol oynamaya başladım. Türkiye’de basketbolun mimarıdır. Arnavutköy’de otururken pota yaptırmıştık ama saha yoktu. Potaları yukarıya taşıyarak gider gelirdik. Darüşşafaka’ya 1942 senesinde altıncı sınıfta başladım. Toplam 6 sene okudum. Pazar günleri okula dönerken Arnavutköy’den Beşiktaş’a kadar yürürdüm. Aynı zamanda futbol meraklısı olduğum için yolun üstündeki Şeref Stadı’na uğrardım muhakkak. O zamanlar Beşiktaş’ın Sabri, Hakkı, Kemal, Şeref, Şükrü gibi meşhur oyunculardan oluşan takımı vardı. Onları seyrederdim. Biraz ilerde de Kabataş Lisesi vardı. Arkadaşım Ali Kazaz orada okuyordu. Onunla da görüşür okula giderdim.”

‘KÖR GALİP’E TEŞEKKÜR!

“Darüşşafaka’ya geldiğimde futbol sahasının yanındaki kapalı salon vardı ama içi inşaat için kullanılan çimento torbalarıyla doluydu. Basketbol oynamak için onları biz kendimiz kaldırdık fakat aylar boyu her dripling yapışımızda yüzümüze kumlar gelirdi. Bu sırada zannediyorum 9. sınıfa geçmiştim. Basketbolun yanında herkes gibi ben de futbol oynuyordum ve okulun futbol takımında yer alıyordum. Vefa Stadı’nda bir maça çıkmıştım. Sağ açık oynadığım için tribüne yakındım. Kenardan birisi, ‘Nereden bulmuşlar bu adamları’ diye bağırıp duruyordu. ‘Kim bu adam’ diye sordum, ‘Kör Galip’ dediler. Ona hep teşekkür ediyorum. O olaydan sonra tamamen basketbola yöneldim.”

ALİ SAMİ YEN’LE TANIŞMA

“Darüşşafaka’yı bitirirken Mülkiye’den (Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi) 90 liralık burs almıştım. O zaman basketbolda kuvvetliydi. O sırada Galatasaray’ın genç takımında oynuyordum. Turgay Şeren de bizimle beraber Hasnun Galip Sokak’taki kulüp binasının üst katında bulunan salonda oynardı. İdarecimiz Turgut Atakol’a Ankara’ya gideceğimi söyledim. Samim Göreç nasıl Türkiye’de teknik adam olarak basketbolun mimarı ise Turgut Atakol da idareci olarak mimarıdır. ‘Seni birisiyle görüştüreyim’ dedi. Birlikte kulüp binasına gittik. Küçük bir odaya girdik. Turgut Ağabey içerideki beyefendiye ‘Bu Yalçın. Basketbolda çok kabiliyetli fakat okumak için Ankara’ya gidecek. Oraya gitmesini istemiyoruz, bir çare bulabilir misiniz’ dedi. Beyefendi, ‘Kaç para burs aldınız’ diye sordu bana. ’90 lira’ dedim. ‘Size 100 lira verirsek kalır mısınız’ diye sordu. Ben zaten İstanbul’da kalmak için can atıyordum. ‘Kalırım’ dedim. Kapıdan çıktığımız zaman Turgut Ağabey, ‘Kim bu beyefendi’ dedim. ‘Ali Sami Yen’ cevabını verdi.”

İLGİLİ HABER Yalçın Granit son yolculuğuna uğurlandı Yalçın Granit son yolculuğuna uğurlandı

FOSİLLER BİLECİK’TEN FRANSA’YA

“Darüşşafaka’yı bitirdikten sonra Ankara’ya gitmeyince jeoloji okumaya başladım ve jeolog oldum. Sonra doktora yapmaya karar verdim. Bilecik’te bir yerin jeoloji haritasını çıkaracaktım. Jeolojide en önemli konu fosillerdir. Onlara bir-iki ammonit örneği göstermiştim. ‘Bulursanız bana haber verin’ demiştim. Ertesi sene gittiğimde hepsi bana kendi tarlalarında buldukları yüzlerce fosil getirdi. İstanbul’da kimse bunların yaşını bilemedi. Fransa’ya yolladık. ‘Bu kadar fosil nasıl bulunur’ diye şaşırmışlar. Şimdi o fosillerin hepsi jeoloji müzesinde. Müzedeki en zengin koleksiyon bana ait ama hiçbirini ben toplamamıştım! Basketbola devam etmek için doktorayı yarım bıraktım. O zaman yanında çalıştığım profesör bana çok kızmıştı. Doçent olmama az kalmıştı aslında.”

BAŞ PARMAK YERE BAKACAK!

“1952’de Helsinki Olimpiyatları’na katılan milli takıma seçilmiştim. Orada bir adam takıldı peşime, Robert Busnel diye. Fransa Milli Takım antrenörüydü, sonra FIBA başkanlığına seçilmişti. ‘Seni çok istiyoruz, Fransa’ya transfer edersem oynar mısın’ dedi. Racing kulübüne gittim böylece. Beni iyi oynadığım için çağırdıklarını zannettim ama mesele yalnız o değilmiş. Busnel beni bütün Fransa’da şehir şehir dolaştırdı. Bileğimi iyi kullanırdım. ‘Bilek böyle kullanılır’ diye herkese gösteriyordu. Bileğin iyi kullanılmasındaki ölçü baş parmağın yere bakmasıdır. Benim de baş parmağım yere bakıyordu. Monclar diye biri vardı, o zamanlar Fransa’nın gelmiş geçmiş en iyi oyuncusuydu. Onunla aynı takımda oynuyordum. Ben şut atınca ‘Yeter artık attığın Yalçın’ diye bağırırdı.”

TURGUT ATAKOL İSTEYİNCE…

“Bir müddet Racing’de oynadım. İstanbul’dan Turgut (Atakol) Ağabey’den ‘Dön, sen bize lazımsın, maç var’ diye o kadar çok telefon geldi ki. Racing play-off’a kaldı, ben gemiye binerek İstanbul’a döndüm. Buraya geldiğimde galiba Moda maçıydı, o zaman 24 saniye kuralı yoktu. Topu bana bıraktılar. Neredeyse 20 dakika elimde tuttum. Sonunda sahayı terk ettiler ve hükmen mağlup oldular. Galatasaray’da oynarken çok sayı attığım için her takımdan birisi benim başıma musallat olurdu ve bu oyuncu beni durdurmak için canı yürekten uğraşırdı. Benimle en çok uğraşan yine Darüşşafaka’dan yetişen Mehmet Baturalp’ti.”

25 YAŞINDA NEDEN BIRAKTI?

Yalçın Granit’in Darüşşafaka’daki röportajına noktayı koyup kendisini yakından tanıyanlara kulak misafiri oluyoruz. Çünkü sıra, basketbolu nasıl bıraktığına geliyor.

Hayatı basketboldu. Hasta yatağında kendisini ziyaret edenlerle, telefonla arayanlarla sadece basketbol konuşurdu. Basketbol camiasının en çok saygı duyulan kişisi olmasının sırrı, mütevazılığıydı. Para, hiçbir zaman önemli değildi onun için. Hayatını basketbola adadığı için, basketbolu ticaret gibi görenlere çok kızardı.

KIRGINLIK VE KÜSKÜNLÜK

Anlatılanlara göre, çok küserdi! Arasının çok iyi olduğu biriyle birkaç ay sonra konuşmadığı çok görülmüştü. Ali Uras, Aydan Siyavuş ve Turgay Demirel; zaman zaman anlaşmazlık yaşayıp ‘konuşmadığı’ isimlerden sadece birkaçıydı. Eğitimli, bilgili ve zor biri olduğu için onunla anlaşmazlık yaşayanlarla arası bozulurdu. Onu tanıyanların, 1950’li yılları bilenlerin basketbolu neden bıraktığı ile ilgili iddiası şuydu:

Alıngan ve kırılgan biriydi. Kendini sürekli geliştiren ve 68 kez milli formayı giyen bir oyuncu olarak, bir Galatasaray antrenmanında kendisine o dönemdeki yabancı antrenörün yaptığı eleştirileri, verdiği direktifleri hazmedemedi. Sakatlığı olmamasına rağmen arkasına bakmadan gitti. Bir daha eline basketbol topunu almadı. Darüşşafaka’ya döndü.

İLGİLİ HABER YALÇIN GRANİT YALÇIN GRANİT

EĞİTİM AŞKINA BASKETBOLA VEDA

Bu anlatılanları bir kenara not edip, başka bir kaynağa yöneliyoruz. Ali Granit’in derlediği ‘Adanmak’ adlı kitaba. Can Yayınları’nın 2019’da okuyucularla buluşturduğu kitapta Yalçın Granit’in henüz 25 yaşındayken (Bir yandan Galatasaray’ın genç takımında antrenörlük yaparken) basketbolu bırakma ‘mazereti’ şöyle anlatılıyor:

Sofya’daki Avrupa Şampiyonası’nda sayı krallığının zirvesinde yer alan Yalçın Granit, ülkeye döndükten sonra Romanya ile oynanan özel maç için yeniden toplanan Milli Takım’dan affını istedi. İşin aslı; yalnızca Milli Takım’dan değil, henüz 25 yaşında basketboldan da affını istiyor; mazeretini şu cümlelerle dile getiriyordu: “Doğrusu isterseniz üniversitede kendime bir yer seçtiğime göre artık basketbolu yavaş yavaş bırakmam gerekiyor. Asistanlık, oyunculuk ve antrenörlüğü bir arada yürütmeye vakit bulamıyorum. Bilirsiniz ki kafası işleyen bir insanın kasları her zaman istenen faydayı vermez. Eskiden beri alışkanlık edindiğim üzere, basketbol kariyerime devam etmek istiyorsam sıkı antrenman yapmalıyım. Bu da fazla enerji sarf etmeme ve doktora sınavlarına yeteri kadar çalışamamama yol açıyor. Mesleğime odaklanabilmek için çok sevdiğim basketbolu bırakmak zorundayım.”

HER TAŞIN ALTINDA O VAR!

İşte böyle… Sonrası antrenörlük ve yöneticilik yılları. Darüşşafaka’nın basketbol şubesini kurdu. Bir başka eğitim kurumu İTÜ’de basketbol, onunla büyüdü. 1971’de Eczacıbaşı’nın başına geçip 3 yıl sonra görevini Aydan Siyavuş’a devretti. Galatasaray’a 1980’lerde şampiyonluk kazandıran, aynı kulübün neredeyse kapanmak üzere olan şubesini 2000’lerde ayağa kaldıran da Yalçın Granit’ti.

Turgay Demirel’in başkanlığı döneminde TBF’de yöneticilik yaparken, milli takımlar sorumlusu da Yalçın Granit’ti. Türk basketbolunun en büyük başarılarına imza atan 1979 jenerasyonu (Hidayet Türkoğlu, Mehmet Okur, Kerem Tunçeri) onun eseriydi.

SÖZCÜ MESAJI

88 yaşında ölene kadar basketboldan kopmadı. Yazıları, yeni nesil oyunculara, antrenörlere ışık oldu.

Sıra dışı bir hafızası vardı Yalçın Ağabey’in. İsimleri, olayları, kolay kolay unutmazdı. Hangi maç olduğunu şimdi aramızda olsa o hatırlardı; ben hatırlamıyorum…

Saha kenarında kendisine ayrılan koltuğa oturduktan sonra selam vermek için yanına gitmiştim. “Nasılsın” diye sorduğumda şu yanıtı vermişti: “İyiyim sağ ol. Sen de SÖZCÜ’ye geçmişsin. İyi olmuş. Hayırlı olsun!”

Tarifsiz bir şaşkınlıktı benim için. Işıklar içinde uyusun…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir